YKS 2024'e Evden Hazırlanın! 7/24 Online Eğitim

Hemen İncele
Türk Dili ve Edebiyatı

Efsane Örnekleri | Uzun ve Kısa Efsaneler

Efsane Örnekleri

Bu sayfamızda Efsane Nedir? ve Türk Edebiyatında Efsane yazılarımızda verdiğimiz bilgilerin pekişmesi amacıyla efsane örneklerine yer vereceğiz.
 

Sarıkız Efsanesi

Sarıkız’ın babası yaşlanınca Hacca gitmek ister ve kızını Güre köyünde bir imam ailesine emanet eder. Uzun süren Hac zamanında köy delikanlıları kıza evlenme teklifinde bulunurlar. Kız bu teklifleri kabul etmeyince bunu gurur meselesi sayarak yorumlar üretmeye başlarlar. Yorumlar kısa zamanda dedikoduya ve iftiraya dönüşür. Baba Hacdan dönünce dışlanır ve kötü yola düştüğünü sandığı kızını öldürmeye karar verir. Evden çıkınca kıza bozuk yumurta atanlar olur. Bu nedenle çocuklar ona “Sarıkız” adını verirler. Sarıkız kendisine hakaret edenlere bunun yanlış olduğunu kabul ettiremeyince onlara beddua eder. Baba ile Sarıkız şimdiki Sarıkız Tepesi’ne çıktıklarında baba abdest almak için kızından acele su ister. Ancak verilen suyun tuzlu olduğunu gören baba şüphelenir ve niçin tuzlu su verdiğini sorar. Kız da “Acele ettiğim için denizden alıverdim.” cevabını verir. Oysa deniz oraya çok uzaktadır. Bu durum karşısında kızının ermiş olduğunu anlayan baba pişman olur. Kızına “Kızım ben sana inanmamakla büyük hata ettim, senden özür dilesem beni af edersin ama senin yüzüne bakacak halim kalmadı. En iyisi sen burada beni bekleyedur ben şöyle bir gezip geleyim.” diyerek kızı yalnızlığa terk eder. Baba görünmez olunca dağın üzerine korkunç derecede siyah bir bulut çöker. Günler sonra babanın ölmüş bedenini dağın zirvesinde bulurlar.
 

Yeşeren Ağaç

Rivayete göre, otuz dokuz kişinin katili olan bir adam bir gece mezarlığa gitmiş. Değneği ile silahını orada bir yere saklayarak uyumuş. Az sonra garip bir adamın, taze bir mezardan yeni gömülmüş bir ölüyü çıkardığını görmüş. Adam, Bu çirkin davranış karşısında içinden: “Nasılsa bunca günahım var, bir de seni eklesem ne olur?” diyerek adamı öldürmüş. Böylece öldürdüğü kişi sayısı kırk olmuş.

Mezarlığa dadanan ölü soyguncusunun elinden bezmiş olan ve mezarlıktaki bütün bitkilerin kurumasını bu adama bağlayan köylüler ertesi gün mezarlığa gidip bakmışlar ki bütün kuru ağaçlar, otlar yeşermiş, etraf güllerle donanmış. O dakika mezarları soyup ölülere zarar veren adamın öldürüldüğünü ve onu öldürenin her ne günahı varsa affolduğunu anlamışlar.
 

Hekimhan

Köprülü Mehmet Paşa, sefere çıkıp da Hekimhan’a gelince, yemyeşil ormanı, şırıl şırıl akan suları görünce, ordusunu burada dinlendirmeye karar verir. Ağaçların arasına çadır kurup dinlenmeye koyulurlar. Bazı askerler de etrafı görmek için gezintiye çıkarlar. Şimdiki Hasan Ağa Çeşmesi’nin bulunduğu yere geldiklerinde, küçük derenin suyunun içinde kırmızı bir şey aktığını fark ederler.

Askerler suyu takip ederek yukarıya çıkarlar ve yaralı bir adamın kanının akarak suya karıştığını görürler. Bunun üzerine hemen Köprülü’ye haber verirler. Paşa, hekimle birlikte yaralının yanına gelerek adamı muayene ettirir. Hekim: “Paşam bir canı kalmış.” der. Padişah: “Kurtulma Ümidi Yok mu?” diye sorar. O da: “Bir canı kalmış Paşam.” diye cevap verir. Padişah: “Ya bunun canını kurtarırsın ya da senin kanını bunun kanına katarım!” der. Hekim yarayı üç gün içinde iyi eder. Adamın kim olduğunu sorarlar. Adam da hekim olduğunu, ilaç yapmak için buralara geldiğini, eşkıyaların kendisini yaraladığını anlatır. Bundan sonra Köprülü ormanı kestirip yer açtırır. Bir han, bir hamam, bir de cami yaptırır. Etraftan birkaç aileyi de getirip buraya yerleştirir. Bu suretle bugünkü Hekimhan kurulur. İsmi de Hekim’in Hanı’ndan Hekimhan şekline dönüşür.
 

Kız Kalesi Efsanesi

Korykos’ta yaşayan krallardan biri, bir kız çocuğunun olması için, gece-gündüz tanrılara dua edermiş. Sonunda dileği yerine gelmiş, dillere destan çok güzel bir kızı olmuş. Kralın kızı büyüdükçe daha da güzelleşiyormuş. Güzel olduğu kadar yardımseverliğiyle de herkesin olduğu kadar tanrılarında hayranlığını ve sevgisini kazanmış.

Bir gün Korykos kentine bir bilici gelir. Kral da onu saraya davet eder. Yaşlı kral kızının geleceğini öğrenmek ister. Bilici kıza bakınca irkilir, korkar, fakat krala bir şey söylemez. Kral biliciyi zorlayınca, “Kralım, güzel kızınızı bir yılan sokacak ve kızınız ölecek. Bu yazgıyı kimse bozamayacak. Siz de engel olamayacaksınız” der. Kral kızına bundan söz etmez, fakat üzüntüyle derin düşüncelere dalar. Sonunda Korykos Kalesi karşısında kıyıya yakın küçük bir adacık üzerine ak taşlardan bir kale yaptırır. Hizmetçileriyle beraber güzel kızını bu kaleye kapatır. Olan bitenden haberi olmayan kız, çok üzülmekte, günden güne eriyip gitmekte, olan bitene bir anlam verememektedir. Kızın canı bir gün altın sarısı “Tarsus Beyazı” üzümü ister. Saraydan gönderilen üzüm sepeti içinden çıkan bir yılan onu sokar ve öldürür.
 

Aligelmez Efsanesi

Murat Nehri bugünkü Palu’nun ortasından geçer. Nehrin ilçeden bir kaç km yukarısında “Aligelmez” denilen bir yer vardır. Burada nehir suyu daha hareketlidir ve akıntı fazladır. Nehrin bu bölümüne neden böyle bir isim verildiğini merak ettiyseniz orada yaşayan insanlara kulak verelim:

Yıllar önce burada yaşayan ve çok iyi yüzen Ali isminde bir delikanlı varmış. Ali, kimsenin cesaret edemediği suyun en derin yerlerine bile dalarmış. Bir gün yine arkadaşları ile nehrin kıyısına gelmiş. Onlar kıyıda yüzerken kendisi derinlere inmiş. Bir bakmış ki orada bir kadın oturmuş, ekmek yapıyor. Suyun yüzüne çıkmış. Arkadaşlarına:
— Ben suyun dibine dalıp size sıcak ekmek getireceğim, demiş. Onların alaylı bakışları arasında suya tekrar dalmış ve kadına:
— Bana bir ekmek verir misin? demiş. Kadın da “Vereyim ama bir daha gelme. Bizim erkeklerimiz seni görmesin, öldürürler.” diye cevap vermiş.

Ali, ekmekleri almış, suyun yüzüne çıkmış. Ama arkadaşları bu sefer peynir de isteriz diye tutturmuşlar. Ali, kadının yaptığı uyarıları unutarak bir daha dalmış. Arkadaşları suyun kenarında beklemişler, beklemişler ama ne gelen ne giden… Kendi aralarında ağlaşıp figan etmeye başlamışlar. Ali gelmedi!.. Ali gelmedi!..

Ali’nin babası bu kara haberi alınca nehrin kenarına, gençlerin yanına koşmuş. Günlerce nehre bakıp “Ali gelmez! Ali gelmez!” diye çaresizce ağlayıp durmuş. O günden beri, Murat Nehri’nin bu yöredeki en derin yerine “Ali Gelmez” denmiş. İlginçtir ki, Murat Nehri’nin Aligelmez bölgesinde geçmişten günümüze boğulma vakaları olmaktadır. En son 2013 yılında iki genç, tam da bu bölgede yüzerken boğulup hayatlarını kaybetmişlerdir. Cenazeleri, kayboldukları alanın 5 km ötesinde, Keban baraj gölünden çıkarılmıştır.
 
Pepuk Kuşu Efsanesi

Pepuk Kuşu Efsanesi

Kenger toplamaya giden iki karteşten Fatma, kardeşi “Ali’ye yaprakları yiyip kökünü torbaya koymasını söyler. Kardeşinin kenger köklerini yiyip yaprakları torbaya koyduğunu gören Fatma, çapayla onun başına vurur. Kardeşini öldüren Fatma, dua ederek kuş olur ve “Pepu keku, kim vurdu, ben vurdum” diye ötmeye başlar.

Efsanede, ilkbahar mevsiminin ilk aylarında ötmeye başlayan, kengerler bitince ötmesi kesilen kuşun aslında genç bir kız olduğu rivayet edilmektedir. İki kardeş kenger toplarken erkek kardeşin kengerin kökünü yanlışlıkla yemesi üzerine ablası, üvey anneden korktuğu için onu öldürür. Ablaya Pepug adı verilmiştir. “Pepu, keku” şeklinde çıkarılan sesler, kardeş anlamına gelmektedir. Bu kuşun kenger zamanında ortaya çıkarak kardeşini aradığı, onu çağırdığı rivayet edilmektedir.
 

Altın Beşik Efsanesi

Ermeni bir kadın, köyden birine burada bir altın beşik bulunduğunu ancak onu çıkarmak isterlerse şu yolu takip etmeleri gerektiğini söyler: “Burayı eşeceksiniz, karşınıza önce bir sal çıkacak. Onun altından kırmızı toprak vardır, daha sonra ikinci sal çıkacak. Onun altında ise beyaz toprak vardır. Beşik üçüncü salın altındadır. Yalnız dikkat edin buranın bir bekçisi vardır.”

Köylüler orayı kazmaya başlarlar. Önce birinci salı bulurlar. Bu masa büyüklüğünde bir taştır. Altındaki kırmızı torak çıkarıldıktan sonra ikinci sal bulunur. Altındaki beyaz toprak çok serttir. Onu eşerler karşılarına bir ejderha çıkar. Ve onlara saldırır. Orayı beklediği söylenen ejderha bölgeye kimseyi yaklaştırmaz.
 

Leyla ile Mecnun Efsanesi

Rivayete göre, Leyla yörük obası beyinin kızıdır. Köylüler her bahar sürüleriyle birlikte yaylaya çıkmakta sohbaharda tekrar köye dönmektedir. Oba yaylaya çıktığı gün en arkadan onları izleyen Leyla köyün çıkışındaki pınarın başında Mecnun’u görür. Mecnun, sevdiğini beklemektedir. Birbirlerini üç ay göremeyecek olan sevdalılar konuşmaya başlar.

Konuşmaya dalan aşıklar o kadar uzun konuşurlar ki bir de bakarlar ki insanlar yayladan geriye dönüyor. Aradan üç ay geçmiş, onlar zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştir. Dönen ailelerin içinde bulunan babasına yakalanmaktan korkan Leyla utancından dua eder.

“Allah’ım biz şuracıkta iki kavak ağacı olalım, yan yana göğe doğru uzayalım.” der. Mecnun, “Bizi keserler, kavuşamayız Leylam!” der. Leyla, “Öyleyse iki sarmaşık olalım, yan yana duran iki ağaca sarılalım.” der. Mecnun, “Kurur gideriz, kavuşamayız Leylam!” der. Bunun üzerine Leyla, “Allah’ım iki yıldız olalım, gökte yan yana duralım, yılda bir kez bizi kavuştur!” der.

Leyla’nın duası kabul olur ve ikisi birden yıldız olarak yan yana göğe yükselirler. O gün bu gündür, gökte yan yana parlayan bu iki yıldız, yılda bir kez obaların yayladan dönüş zamanında birleşmekte ve tekrar ayrılmaktadır. Onları birleşirken görenlerin de duaları anında kabul olmaktadır.
 

Gelin Kaynana Efsanesi

Bir zamanlar Aslantepe’de kızı ile birlikte yaşayan fakir bir kadın varmış. Kız güzelliği dillere destan, melek gibi bir şeymiş. Efsaneye göre civarda yaşayan kralın oğlu, kızın güzelliğini duyar ve görmeden kıza aşık olur. Babasını da kandırarak, kızı istemeye elçi gönderirler. İstemeye gelenler, kıza kabul edip etmediğini sorarlar.

Kız anasına sormadan ve kendisi giderse onun burada yalnız başına ne yapacağını düşünmeden “evet” der. Oysa ananın hiç gönlü yoktur kızını göndermeye. Günlerce düğünler yapılır, şerbetler içilir ve nihayet kızı almaya bir alay gelir. Gelini alıp yola koyulurlar. Kayaların bulunduğu yere gelince alay durur. Çünkü gelin, annesinin evinde oklavasını unutmuştur. İki atlı süratle oklavayı almaya giderler. Yaşlı ana artık dayanamaz ve: “Gelinliğinle, alayınla, askerinle, çeyizinle taş kesil!” diye beddua eder. Evladının vefasızlığı karşısında içi yanmış ananın bedduası kabul olur. Hepsi birden taş kesilirler.

İlgili Makaleler

21 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir