YKS 2024'e Evden Hazırlanın! 7/24 Online Eğitim

Hemen İncele
Edebiyat

Tartışmacı Anlatım Nedir? Özellikleri ve Örnekleri

Tartışmacı Anlatım Nedir?

Tartışmacı anlatım biçimi, herhangi bir düşünceyi savunmak, okuyucuyu ya da dinleyiciyi bu düşünceye inandırmak amacıyla kullanılır.

Tartışmacı anlatım biçimini açıklayıcı anlatım biçiminden ayıran yön, okuyucunun yerleşmiş kanılarını, düşünce ve davranışlarını değiştirmeye yönelik olması, savunulan düşüncenin doğruluğunun kanıtlanmaya çalışılmasıdır.

Tartışma, çok yaygın olarak kullanılan bir anlatım biçimidir. Örneğin deneme, fıkra, makale, söyleşi ve eleştiri türlerinde, roman ve öykü türlerinde; konuşma ve konferans türlerinde kısaca görüş ayrılığını gidermek için yapılacak her türlü anlatımda yer alır.

Üslup olarak konuşma diline çok yakındır. Soru cümleleri bu tür anlatımlarda çok sık kullanılır.
 

Tartışmacı Anlatımın Özellikleri

  • Amaç, okuyucunun kanılarını (düşüncelerini) değiştirmektir.
  • Tartışmacı anlatımda yazar, iki farklı görüşten birini benimsetmeye çalışır.
  • Savunulan ve karşı çıkılan görüşlere yer verilir.
  • Eleştirici bir bakış açısıyla yazılır.
  • Onaylatma anlamı içeren “soru cümleleri” kullanılır.
  • “Bence, bana göre, kanımca, halbuki, oysaki, fakat, ama…” gibi sözcüklere yer verilir.
  • Daha çok öznel ifadeler içerir.
  • Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
  • Fıkra, deneme, eleştiri, makale gibi türlerde kullanılır.

 

Tartışmacı Anlatım Örnekleri

Örnek-1
Çoğumuzda bilimin kesin olduğu inancı vardır: Bilimsel bilginin mutlak doğru bilgi olduğunu zannederiz. Bilim tam da bunun zıddı bir fikirle yükselir: Kuşku. Bilim insanı emin olmaz, şüphe içindedir ve onu, araştırmaya bu duygu iter. Sürekli değişikliktir bilimi var edip ayakta tutan. İddia edilenlerin, kısa sürede değiştiğine şahit olmadınız mı? Bilim bilgi üretir; bilimsel doğrulardır bunlar. Ancak bilim durağan değildir ve sonsuz bir yenilenme içindedir. Dolayısıyla da her gün kendini günceller, bazı bilgileri değiştirir.

Bu parçada tartışılan konu, “bilimin mutlak doğrulan var zanr.edilmesi”dir. Paçanın yazarı, bilimin sürekli yenilendiğini anlatarak bunu çürütüyor.

Örnek-2
Babalarla çocuklar birbirlerini anlamıyor diye yapılan eleştiriye katılmıyorum. Çünkü uygarlık değiştiren bir toplumda babalarla çocuklar elbette anlaşamayacak. Bugün babalarla çocuklar arasındaki bilgi, inanç, töre, dünya görüşü vb. bakımdan neden yadırganıyor. Biz babalarla çocukları anlaşamamalarından değil, anlaşmalarından korkmalıyız. Eğer anlaşırlarsa gelişme durmuş demektir.

Bu parçada yazar “babalarla çocukların anlaşmaları gerektiği” düşüncesine karşı çıkmaktadır. Yazar, çocukların babalarına göre daha ileride olmaları gerektiğini savunmakta ve bunu okuyucuya da kabul ettirmeye çalışmaktadır. Yazarın savunduğu düşünce (tez) “çünkü” bağlacıyla da desteklenmiştir.

Örnek-3
Bakıyorum çevremdeki insanlara, çevrelerinde gördükleri ve bazı konularda bilgisi olanlara “bilge insan” diyorlar. Şaşırıyorum bu değerlendirmeye. Salt öğrenme, bazı konularda bilgi sahibi olmak bilgelik midir? Bence önemli olan sahip olunan bilgilerin hayata geçirilmesidir. Çünkü hayatta öğrenilecek o kadar çok şey var ki… Bana göre bilgelik, bilgilerin hayata uygulanmasıdır. Bilgelik, insanın bilmediği şeylerin farkına varmasıdır. Bilgelik, “Kafam her şeye açık, daha işin başındayım. Bilmediğim şeylerin yüz katı kadar çok şey var öğrenilecek” diyebilmektir. Bence bilgelik tüm bunların toplamıdır.

Bu parçada yazar, bazı konularda bilgisi olan kişilere “bilge insan” sıfatının verilmesine karşı çıkmakta, karşı çıkma nedenini ortaya koymakta, okuyucuya sorular sorarak “bence, bana göre, çünkü…” gibi sözcüklerle okuru düşündürüp bu düşüncesine inandırmaya çalışmaktadır. Yazarın amacı okuru kendi düşüncesinin doğruluğuna ikna etmektir. Bundan dolayı burada bir tartışma söz konusudur.

Örnek-4
Bir şair herhangi bir olayı anlatmak istese bize salt gerçeği mi yansıtır? Hayır; o olay karşısında duyduklarını, düşündüklerini de anlatır. Ya da doğrudan doğruya anlatmasa bile öyle bir şey yapar ki o duygular, o düşünceler bizde de doğar. Böylece şair kendi iç gerçeğini ortaya koymuş olur. Bir sanat yapıtını başardı kılan özellik işte budur.
Örnek-5
“Yaşayan dil” diye bir kavram dil bilimin sözlüğünde yoktur. Böyle bir varsayış; dili, “canlı bir organizma” sayan donmuş bir anlayışın ürünüdür. Dil olaylarını nedenleriyle kavrayamayan, bunlar arasında bir bütünsellik kuramayanların yakıştırmacasıdır.
Örnek-6
Yazarlar okudukları bir metinden yararlandıklarında ya­zın dünyasında bir kızılca kıyamet kopuyor. Efendim bu özgünlükle bağdaşmazmış. O zaman bu yazarın kendi eseri olmuyormuş, gibi. Bana göre yazar, kibarca esin­lenme denilen bu işte son derece haklıdır. Hatta ileri gidip adapte yapmada da özgür olmalıdır. Bu vaveyla­yı koparanlar, eserlerini o ana dek okudukları eserlerin katkılarını dışarıda bırakarak mı yazıyorlar sanki?
Örnek-7
Shakespeare, yeni midir? Beş yüz yıl önce yaşamıştır. Modern çağın en eski şairidir. Shakespeare eski mi­dir? Piyesleri hala oynanıyor, tiyatro salonları dolduru­yor. Aynı soruyu Türk ve yabancı bütün gerçek sanat­çılar için tekrarlarsak cevap da aynı olur. Onlara ne ye­ni demek mümkündür ne de eski. Gerçek sanat eseri zamana dayanıklıdır. Yahut gerçek sanat eserinin dün­yası içinde zaman geçmez. Onun eskiliği ve yeniliği söz konusu değildir.
Örnek-8
Sanatçı, eserini sanat için oluşturmalıdır, diyorlar. Sanatçı; toplumu, insanları anlatmıyorsa, beni ilgilendirmez onun yazdığı eserler. Ben, bir sanat eserinde insanın yaşayabileceği sevinçleri, hüzün­leri, acıları görmeliyim ki o esere ilgi duyayım. İn­san kokmayan bir eser benden uzak olsun.
Örnek-9
Bizde, sanat eseri yarına diliyle kalır, şeklinde yanlış bir düşünce var. Sanat eserinin yarına kal­ması sadece diliyle ilgili değildir. Eserin konusu da en az dili kadar önemlidir. İnsanların ilgisini
çekmeyen ko_nularda yazılan eserlerin durumu hiç de iç açıcı değildir. O yüzden sanat eserinin
yarına kalması, aynı zamanda işlenecek olan ko­nuyla da ilgilidir.

Örnek-10
Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıyla Orta Asya’dan gelip fethettiğimiz için mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemiyor, anayurt saymıyorlar bu memleketi. Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkları yerde. Frigyalılar, Yunanlılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Moğollar’da fethetmişler Anadolu’yu. Ne olmuş sonunda? Anadolu onların değil, onlar Anadolu’nun malı olmuş. Bu memleket bizim olduğu için bizim. Fethettiğimiz için değil.
Örnek-11
Romancı konuyu önyargılarla ele almamalıymış! Ya nasıl ele almalıymış? Konusu önyargılarla ele alınmamış tek bir sanat yapıtı bilmiyorum. Sanatçı, yapıtını hazırlamak için bir takım seçmeler yapar, ya konuyu seçer ya konunun işlenişinde kullanılacak yöntemi. Bir kere bu seçme bile bir önyargıdır. Önyargıyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünen, aşkı anlatan kitapları inceleyin. Hepsinde, sevgililerin kavuşmasına engel olan kuvvetlere yazarın karşı durduğu görünür.
Örnek-12
Sinemanın olanaklarının edebiyattan daha üstün olduğunu söyleyenler var. Halbuki ne kadar başarılı da olsa sinemanın olanakları sınırlıdır. Etkileme gücü, inebileceği gerçekler görülenden öteyi pek aşamaz. Bir Hugo’yu, bir Proust’u, bir Hemigway’ı okumak başkadır, ne kadar mükemmel olsa da onların eserlerinden yola çıkılarak yapılan bir filmi seyretmek başka. Zaten edebiyat dünyasının büyük, ölmez eserlerinin beyaz perdede gerçekteki güzelliklere hiçbir zaman erişemediğini çeşitli örneklerden biliyoruz.
Örnek-13
Yazar, bazı kahramanlarını seçerek onları kayıramaz mı? Kötü romanlar bu kayırma ve yüceltme örnekleriyle doludur. Sadece kötü romanlar mı? İyi romanlarda da rastlarız, yazarın kendi kahramanlarını kayırmasına. Dostoyevski’nin Karamazof Kardeşler’de Alyaşa’yı her fırsatta nasıl kayırdığını hatırlayalım. İvan ve Mitya hep çarpık gülerler, Alyaşa ise yüzü aydınlık olarak güler.
Örnek-14
Bu şairi, önceleri, hakkı olmayan bir şöhretle yaşamaya alışmış bir ozan olarak görürdüm. Buna, az şiir yazmasını da delil gösterirdim kendimce. Son zamanlarda bir çok yönüyle inceledim onu. Hemen söylemeliyim ki ozanımız bu dünyaya Allah vergisi büyük bir şairlik yeteneğiyle gelmiş. Kendine özgü bir seziş, duyuş, anlatış gücü var. Şimdi bana onun imzası olmaksızın bir şiirini verseler belki kısa süren bir tereddütten sonra bu şiir onundur diyebilirim.
Örnek-15
Bugün Türk şiirinde tıkanıklık yok. Tersine, şiirimiz genç sanatçıların usta ellerinde gerçek kimliğini bulmaya çalışıyor. Her gün yeni şiir kitapları yayımlanıyor; peş peşe şiir dergileri çıkarılıyor. Fakat, öykü alanında aynı canlılığı görebildiğimi söyleyemem. Öyküde bu işi aşkla yapan kaç kişi var? Bir Selim İleri’yi, Murathan Mungan’ı, Kürşat Başar’ı, Hulki Aktunç’u, Hasan Ali Topbaş’ı, Cemil Kavukçu’yu, saymazsanız geriye kimler kalıyor. Şimdilerde “Adam Öykü” dergisiyle öykümüz, yazınımızdaki gerçek konumunu bulmaya çalışıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir